Medeniyetlerin Buluşma Noktası: Antakya
Binlerce yıllık tarihiyle, medeniyetlerin, kültürlerin ve dinlerin yolunun kesiştiği kadim bir şehir Antakya. St. Paul tarafından yönetilen ilk Hristiyanların önemli merkezlerinden olan ve Hristiyanlığın ilk kiliselerinden St. Peter Kilisesi’nin de bulunduğu Antakya’da, Hristiyanlık adının da ilk kez burada kullanıldığı rivayet edilir. Dar sokakları, tarihi dokusu ve beyaz, taş evleriyle Antakya için, bir açık hava müzesi demek yanlış olmaz.
Tarihi, kozmopolit kültürü ve bu kültürden beslenmiş zengin mutfağıyla, sizi geldiğinize asla pişman etmeyecek Antakya’da; Hatay, Antakya otelleri, beş yıldızlı lüks otellerden, tarihi evlerden dönüştürülmüş butik otellere kadar çok sayıda seçenek sunuyor. Hatay Antakya otel fiyatları; sundukları konfor ve hizmete göre farklılıklar göstermekte. Sitemizden, size en uygun Hatay Antakya otelini seçebilirsiniz.
Antakya’da Nereye Gidilir, Ne Yapılır, Ne Yenir?
Dünyadaki ilk olimpiyat oyunlarının, Roma İmparatorluğu döneminde Antakya’da yapıldığı; ilginç bir özellik olarak da, ilk sokak lambalarının, o zamanki adıyla Herod Caddesi, bugünkü adıyla Kurtuluş Caddesi’nde kullanıldığı söylenir. Elbette ki hem Türkiye’nin hem de dünyanın en eski yerleşim yerlerinden olan Antakya’nın, pek çok medeniyet için önemli bir merkez olduğu aşikar. Öyle ki; bir cami, bir kilise ile aynı duvarı paylaşabiliyor. Köylerinde Arapça, Ermenice ve Türkçe konuşuluyor. Bayramlar beraber kutlanıyor, kalabalık sofralarda şenlikli yemekler yeniliyor. Antakya, adeta dev bir mozaik oluşturuyor.
Tabii ki pek çok kişinin kafasındaki soru işaretini ortadan kaldıralım. Antakya, Hatay’ın merkez ilçesi. Bölgede yapılan araştırmalarda, yüzbin yıl önceye kadar giden izlere rastlanmış. Tarihte de adı, İskenderiye ve Roma ile birlikte anılmış.
Amos Dağları ve Habib-i Neccar Dağı arasında yer alan Asi Nehri’nin iki yakasına yayılmış olan Antakya, MÖ 300’lü yıllarda, Büyük İskender’in komutanlarından olan Seleucus I. Nikator tarafından kurulmuş. MÖ 64’te de Roma İmparatorluğu’na katılmış. Bu arada ortaya çıkan Hristiyanlık ise Kudüs’ten sonra ilk kez Antakya’da yayılmış ve İsa’ya inananlara da ilk kez burada Hristiyan adı verilmiş. 638 yılında, Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından fethedilen Antakya, Haçlı ve İslam ordularının kıyasıya mücadelesine de şahitlik etmiş. Nihayetinde de 1516’da, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetine girmiş.
Tarihi pek çok hikayeyle zenginleşen Antakya’da, elbette birkaç günde bitirilemeyecek kadar gezilecek yer var. Belki de Antakya gezinizdeki ilk durağınız, yukarıda da bahsettiğimiz, dünyanın ilk Katolik kilisesi olarak bilinen St. Pierre Kilisesi olmalı. Şehir merkezinden 2 km uzaklıktaki Habib-i Neccar Dağı yamacındaki kayalara oyulmuş bir mağara kilise olan St. Pierre, 1963’te, Papa VI Paul tarafından da hac yeri ilan edilmiş.
St. Pierre’den çıktıktan sonra, Cehennem Kayıkçısı tabelalarını takip ederseniz, sizi, kayalara oyulmuş Haron figürü karşılayacak. 700 metrelik bir tırmanışla ulaşılabilen bu dev kabartma, Antiochus zamanında yaşanan bir veba salgınını def etmek için yapılmış.
Roma döneminde inşa edilen, sellerden korunma amacıyla yapıldığı düşünülen Titus Tüneli ve hemen yanındaki Beşikli Mağara da Antakya gezisinin ziyaret edilmesi gereken noktalarından.
Türkiye’nin sayılı müzelerinden olan Antakya Arkeoloji Müzesi ise, ülkemizin en büyük mozaik koleksiyonuna da ev sahipliği yapıyor. Suppiluliuma Heykei ve Antakya Lahdi’ni de gözden kaçırmayın sakın.
Antakya’nın önemli yapılarından biri de Anadolu’daki ilk cami kabul edilen Habib-i Neccar Camii. Hz. Ömer’in komutanlarından Ebu Übeyde bin Cerrah tarafından 636 yılında inşa edilen camiye ismini veren Habib-i Neccar ise, Kur’an’da Yasin Suresi’nde kıssası anlatılan şehit. Merkezde yer alan Ulu Camii ise Memluklardan kalma. Ayrıca, Antakya’nın, adeta bir labirenti andıran tarihi şehrinin sokaklarında kaybolmamaya da dikkat edin.
Antakya’ya yaklaşık 1 saat mesafedeki Samandağ’da, Hz. Hızır Türbesi bulunuyor. Burası, Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştuğu yer olarak biliniyor. Samandağ’a bağlı Vakıflı Köyü de, Türkiye’de kalan son Ermeni köyü. Yine Samandağ’a bağlı Hıdırbey Köyü de Hz. Musa Ağacı ile tanınıyor.
Tabii ki Antakya’ya kadar gelmişken, ünlü künefesinin tadına bakmamak olmaz. Künefe kadar dönerin de Antakya’nın ünlü lezzetlerinden olduğunu hatırlatalım. Künefe ve dönerden sonra da bir Affan Kahvesi’yle ziyafetinizi sonlandırabilirsiniz. Sonra da Defne’nin gözyaşı olarak da bilinen Harbiye Şelalesi’nde bir huzur molası verebilirsiniz.
ShowMore